Normal şartlar altında büyüyen her çocuk mutlaka annesinin “ O yemek bitecek bak yoksa arkandan ağlar!” tehdidiyle tabağındaki son lokmaları bitirmiştir. Yarım bırakılan yemek, ekmek dökülürse israf olur bereketi kaçırır çünkü. Bizim bilge atalarımız da özellikle çocuklara yaptırım uygulayabilmek için isteklerini fantastik korku öğelerine bulayıp milyon tane hurafeyi dolaşıma sokmuş böylece. Gece tırnak kesme, yok sakız çiğneme, aynaya bakma vs. gibi. Peki, hiç düşündünüz mü bu hurafelerin hepsi mi saçma, hiç gerçeklik payı olan yok mudur? Biz sizin yerinize düşündük taşındık biraz da bakındık ve bakın neler bulduk.
Çıkış noktamız tabaktaki yarım kalan yemek. Bunca laf salatasını iki kaşık yemek için yapmadık tabi ki. Yarım bırakılan bir yemek, unuttuğunuz bir telefon görüşmesi, ne zamandır damlatan musluk, bir türlü buluşamadığınız arkadaş randevusu bunların hepsi zihnimizi yoran küçük ayrıntılar. Ama unutmayın ki şeytan ayrıntıda gizlidir. Peki, bir kitaba başladınız hevesle ama maalesef ki sarmadı ( dizisi çıksa izlerim aslında mazeretleri yankılanıyor 🙂 ve öylece bırakıverdiniz kitabı. Kitap sizi affetmeyecek, arkanızdan ağlamayacak belki ama üzgünüz unutkanlığa sebep olacak. Evet, doğru duydunuz! Siz kitap okuma oranlarının bu kadar düşük olduğu bir dönemde madalya takılacak bir iş yapın üstüne unutkanlık gelsin. Biz demiyoruz valla bilim böyle söylüyor. İsviçreli bilim adamları mı yapmış araştırmayı henüz belli değil ama beyniniz böyle ufak tefek şeyleri unutmuş gibi yaparak bastırıyor ancak bunun için de belli bir enerji harcıyor.
Yarım bıraktığımız, unuttuğumuz, ertelediğimiz işler hayatımızda bir çeşit dağınıklık olduğunu gösteriyor. Dağınıklığın karşılığı olan “Clutter” sözcüğü, Ortaçağ İngilizcesindeki donma, pıhtılaşma anlamındaki “clotter” kelimesinden geliyor. Dağınıklık arttığı oranda mekana düşük seviyeli enerjiler de çekilmiş oluyor. Başka bir deyişle enerji durağanlaşıyor. Bazen parmağınızı bile kıpırdatacak haliniz olmaz, kafanız kazan gibi olur bir türlü sağlıklı düşünemezsiniz ya hani. İşte bunlar hep zihninize attığınız tamamlanmamış işlerin enkazından kaynaklanıyor. Aslında atalarımız gerçekten bilgeymiş lafı bin düşünüp bir söylemişler. “Bugünün işini yarına bırakma “ sözünü biz kompozisyon yazalım diye söylememişler. Beden sağlığı, ruh sağlığı, akıl sağlığı yerinde nesiller olalım diye kulağımıza küpe takmışlar.
Ya İnsanı Yarım Bırakırsak…
Biz kitabı, yemeği, örgüyü aklınıza ne gelirse artık işte tam yapamadık hep yarım bıraktık da peki insan ilişkilerimiz tam oldu mu? Kırdığımız kalbi öylece bıraktık, sevdiğimizi söyleyemedik, gösteremedik, evladımızı takdir etmedik, büyüklerimize yeterince hürmetli olamadık… Bunca yarım kalmışlık acaba toplum sağlığımızda nasıl derin yaralar açtı. Şu İsviçreli bilim adamları bir de bunların tomografisini çekecek cihazlar icat etse keşke.
Hadi bu kadar kasveti bir şiirle bağlayayım da kendimi affettireyim. Behçet Necatigil tam da bu yaraya parmak basmış şiirinde. Az biraz da magazin olsun benden size. Renkli(!) hayatların gözde çifti Mehmet Aslantuğ ve Arzum Onan’ı bilirsiniz. İşte Mehmet Aslantuğ bu şiirle evlenme teklifi etmiş Arzum Onan’a 🙂
Sevgilerde
Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı.
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.
Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı
Behçet Necatigil
çok güzel bir yazı olmuş.
Teşekkür ediyorum 🙂